RSS

Çare ‘ilave düşey imar hakkının tanınması’ değil mi?

Mart 15

Gölcük Depremi’nin üzerinden 12 yıla yakın zaman geçmiş ama bu zaman zarfında İstanbul’daki depreme dayanıksız yapıların yenilenebilmesi için tek bir önlem alınmamış. Dolayısıyla insanların gecelerini-gündüzlerini geçirdikleri konutları, okul, hastane gibi kamusal hizmet verilen bazı binaların ve köprülerin güçlendirilmesi (ve de dünkü yazıda hatırlattığım gibi bazı sokaklara “acil yardım konteynırlarının yerleştirilmesi) dışında hızla yaklaştığı söylenen deprem tehlikesi karşısında tam anlamıyla unutulmuş. Tamam kimsenin hakkını yemeyelim; ne işe yaradığı tam anlaşılamayan birkaç “kentsel dönüşüm projesi” de eksik değil…
12 yıl dile kolay… İstanbulluları tehdit eden bu büyük tehlike karşısında daha ciddi bir politika izlense bu zaman zarfında kim bilir neler yapılırdı.

Geçen yılın sonuna doğru İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, “Fikirtepe Kentsel Dönüşüm Projesi”nin uygulama planlarının Belediye Meclisi’nden geçmesinin ardından yaptığı açıklamada şöyle diyordu: “İnanıyorum ki artık burada kendi içinden dönüşme, kendi kaynağını kendi içinde oluşturma imkanı veren ve bir noktada parsellerin birleşerek daha farklı imar hakları alabilecekleri gibi bir imkan veren bir fırsatı sunmuş oluyoruz.”

Kadir Topbaş, şu müjdeyi de veriyordu:

“Diğer ilçelerimiz sırada. Bu öngördüğümüz imar hakkını arttırmak suretiyle deprem riskini ortadan kaldırmak adına İstanbullulara ve riskli alanlara fırsat vermeye çalışıyoruz. Bu da şehrin yenilenmesi için bir şans olarak kullanılabilecek. 2011 yılında ağırlık olarak ve devam eden yıllarda, İstanbul artık deprem riskini gerilerde bırakacak.”

Bu da güzel… Ancak görüyorsunuz; 2011 yılının da neredeyse ortasını ulaşmış durumdayız ama hâlâ “eski hamam eski tas”.

Topbaş -12 yıllık bir gecikme ile olsa da- tespitinde haklıydı. İstanbul’un depreme karşı dayanıklı hale gelebilmesi ancak eski yapıların “kendi kaynağını kendi içinde oluşturma”sı yoluyla mümkündü. Ayrıca burada şu tespiti de yapmamız gerekiyor: Devlet bu işe el atmak istiyor ise, TOKİ gibi kurumları her şeyden önce bu iş için seferber etmeliydi. Bu kurumun (da) birinci derdi, Venezüalla’da konut yapmak ya da Anadolu’da “ayda yüz lira taksit ile” (konut politikaları çerçevesinde görülmemiş bir uygulama!) apartman dairesi satmaktan önce İstanbul’u tehdit eden deprem olmalıydı. Çünkü -dün de hatırlatmıştım- İstanbul başta ekonomisi ile Türkiye’nin “kalbi” değil mi? Çünkü, maazallah İstanbul’u bugünkü şartlarında yakalayacak bir büyük deprem ne kadar süreceği belli olmayan bir “sıkıyönetim”in de yolunu açmayacak mı?

Bu durumda bir kere daha soralım: Eski yapıların “kaynağını kendisi oluşturarak” yenilenmesine fırsat tanıyacak bir düzenlemeye 12 yıldır niçin geçilmedi? İnşaat sektörünün İstanbul’un içini bırakarak şehrin çevresinde iş tutmasının yolu niçin açıldı?

Ahmet Vefik Alp’ı hatırlıyorsunuzdur muhakkak. Ben kendisini -yıllar önce- MHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday olarak gösterdiği zaman tanımıştım. Tanımakla da kalmamış, İstanbul için önerdiği “projeler”in ne derece “hayal mahlsulü” olduğunu konu edinen bir iki yazı da yayımlamıştım.

Ahmet Vefik Alp, son olarak aynı görev için DSP’nin adayıydı. Geçen gün tesadüfen onun bu adaylık sürecinde İstanbul’u deprem tehlikesine karşı donatacak önlemler arasında yer alan “Proje 3G” adını verdiği önerisi ile karşılaştım. DSP adayı bu projesini şu sözlerle tanıtmış: “Bu maliyetin (binaların yıkılıp yeniden yapılması) karşılanması için bu yapalara bölgesine ve değerine endeksli ilave düşey imar hakkı tanınarak kat karşılığı inşaat şeklinde müteahhitlerce yenilenmesine olanak tanınmalıdır. Şöyle ki, örneğin 5 katlı 10 daireli bir apartman 7 katlı ve 14 daireli imar hakkı alabilecek. Müteahhit yapıyı yıkıp yenileyecek, kendisine kalan fazla daireleri satıp yapım masrafını karşılayarak bir miktar kâr sağlayacaktır.”

Görüyorsunuz, aslında hemen herkesin aklından geçen bir proje bu. İstanbul’un “parsel parsel yenilenmesini” konuşuyoruz.

Tamam, bu “ilave düşey imar hakkı tanınması”nın zaten pek çok altyapı sorunuyla baş edemeyen İstanbul’u işin bu yönüyle daha da sorunlu hale getireceği muhakkaktır. Ama öte yandan şunu da düşünün: Daracık “caddeler”e birbiri ardından gökdelenler dikilirken söz konusu altyapıyı düşünen mi var?

Görüyorsunuz, devletin cebinden tek bir kuruş çıkmadan -devletin imkanlarıyla bu işin çözümü zaten imkansız- İstanbul’un yapılarını yenileyebilmesi için tek çözüm yolu budur. Bu yönde Belediye Meclisi’nden çıkacak yeni bir imar düzenlemesi, bu süreçte ortaya çıkması muhtemel olan “kat mülkiyeti” hukuku kaynaklı sorunların ortadan kaldırılması yönünde atılacak yeni yasal düzenlemeler İstanbul’u depreme karşı çok daha dayanıklı hale getirmeye yetiyor. Doğrusu ben, bu açık-seçik çözüm yolunun bugüne kadar siyasi partiler ve STK’lar tarafından niçin ısrarla talep edilmediğini de anlamış değilim.

Tarih: 15 Mart 2011 Kaynak: Yeni Şafak Yazan: Kürşat Bumin

 

Posted by on 15 Mart 2011 in Mimarlık

Leave a comment

Tags: , , ,

Bir Cevap Yazın